31 Mart 2007 Cumartesi

Mutluluk



Büyük İskender'in dalkavukları onu, Zeus'un oğlu olduğuna
inandırmışlar. Bir gün yaralanıp da yarasından kan aktığını görünce:
Buna ne diyeceksiniz, bakalım? demiş; kıpkızıl, mis gibi insan kanı
değil mi bu? Homeros'un destanlarında tanrıların yarasından akan kan
hiç de böyle değildir. Şair Hermodoros, Antigonos'u öven şiirlerinde,
ona güneşin oğlu diyormuş. Antigonos: Oturağımı döken adam benim
güneşin oğlu olmadığımı çok iyi bilir, demiş. İnsan her yerde hep o
insandır; ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını
giyse yine çıplak kalır.

Puellae Hunc rapiant

Quicquid calcaverit hiç, rosa fiat. (Persius)

Kızlar alsa çevresini

Güller bitse bastığı yerde.

Ruhu kaba ve duygusuz olan için, bütün bunlar neye yarar? İnsanın
sağlığı ve düşüncesi yerinde değilse, hazdan, mutluluktan da bir şey
anlamaz.

Heac perinde sunt, ut illius animus qui ea possidet

Qui uti scit, ei bona, illi qui non utitur recte, mala. (Terentius)

Sahibine göre değişir bir şeyin değeri

Zarar görürse kötüdür, yarar görürse iyi.

Talih insana bütün nimetlerini verse, onları tadabilecek bir ruh
gerekir. Bizi mutlu eden, bir şeyin sahibi olmak değil, tadına
varmaktır.

Non domus et fundus, non aeris acervus et auri

Aegrosto domini deduxit corpore febres,

Non animo curas: valea possesor oportet,

Qui comportatis rebus bene coqitat uti.

Qui cupit aut metuit, ivuat illum sic domus aut res,

Ut lippum pictae tabulae, formenta podagram. (Horatius)

Ev, mal, mülk, yığınla tunç ve altın;

Yarasına merhem olmaz

Vücudunda, ruhunda dert olan adamın.

Eldeki nimetleri tadabilmesi için

Keyfi yerinde olmalı insanın.

Ev bark neye yarar dertli, korkulu olana

Gözleri çipilli olan ne yapsın tabloyu,

Damlalı hasta neden gitsin hamama?

Nasıl dili pas tutmuş bir adam Yunan şarabının tadından bir şey
anlamazsa, nasıl bir at üzerindeki zengin koşumların farkında
olmazsa, vurdumduymaz, zevksiz bir ahmak da içinde yaşadığı
nimetlerin tadına varamaz. Platon da der ki: Sağlık, güzellik, güç,
zenginlik ve bütün bu iyi dediğimiz şeyler insanın doğrusuna ne kadar
yaraşırsa, eğrisine de o kadar yaraşmaz; kötü dediğimiz şeyler de
tersine.

Ruhta ve bedende rahatlık olmadıkça, döşek rahat olmuş neye yarar?
Vücudumuza bir iğne, ruhumuza bir dert girdi mi, dünyalar bizim de
olsa rahatımız kaçar. Kum sancıları bir başladı mı, insan ne kadar
devletli, haşmetli de olsa, tacını, tahtını, saraylarını unutmaz mı?

Totus et argento coMlatus, totus et auro. (Tibullus)

Altına, gümüşe gömülü de olsa.

Bir kral öfkelendiği zaman, krallığı onu kızarmaktan, sararmaktan,
deli gibi dişlerini gıcırdatmaktan koruyabilir mi? Kral, kafalı ve iyi
yaratılışlı bir adamsa mutluluğuna krallığının kattığı şey pek azdır:

Si ventri bene, si lateri est pedibusque tuis, nil

Divitiae poterunt regales addere maius. (Horatius)

Miden iyi, ciğerlerin ayakların sağlamsa

Kralların hazineleri, daha fazla mutlu edemez seni.

Tacın tahtın yalancı, aldatıcı şeyler olduğunu görür; hatta belki de
kral Seleukos gibi düşünerek der ki: Hükümdar asasının ne kadar ağır
olduğunu bilen, onu yolda bulsa, elini sürmez, geçer. Seleukos
bununla, iyi bir krala düşen ödevlerin ne büyük, ne ezici olduğunu
söylemek istiyordu. Gerçekten, başkalarını düzene sokmak az iş
değildir kendi kendimize düzen vermenin ne kadar güç olduğunu
biliriz. İnsanlara komuta etmek pek rahat bir iş gibi görünür ama ben
kendi hesabıma, insan kafasının ne kadar güçsüz, yeni ve belirsiz
şeyler arasında doğruyu bulmanın ne kadar güç olduğunu gördükten
sonra şu kanıya vardım ki, başkalarının ardından gitmek önde
gitmekten çok daha kolay, çok daha hoştur. Çizilmiş bir yolda
yürümek ve yalnız kendi hayatından sorumlu olmak ruh için büyük bir
rahatlıktır.

Ut satius multo iam sit parere quietum,

Quam regere imperio res velle. (Lucretius)

Öyleyse sessizce boyun eğmek

Devletin dümenini tutmaktan iyidir.

Kaldı ki, Keyhusrev'in dediği gibi, insanın komuta etmeye hakkı
olması için komuta ettiklerinden daha değerli olması gerekir.
Ama Ksenophanes'in anlattığına göre, kral Hieron daha ileri giderek
diyor ki: Krallar beden hazlarını bile herkes kadar tadabilecek halde
değildirler, çünkü rahatlık ve kolaylık onlara bu hazlardan bizim
duyduğumuz acıyla karışık tadı, mayhoşluğu tattırmaz.

Pinguis amor nimiumque potens, in taedia nobis

Vertitur, et stomacho dulcis ut esca nocet. (Ovidius)

Fazla yüz bulan, her dediğini yaptıran aşk bezginlik verir;

İyi bir yemeği fazla kaçırmak da mideyi bozar.

Bolluk kadar insanı sıkan, usandıran şey yoktur. Karşısında üç yüz
kadını birden buyruğuna hazır gören bir adamda istek mi kalır? Büyük
Sultan'ın (Osmanlı padişahı; belki Kanuni Sultan Süleyman.) sarayında
öyle imiş. Onun atalarından biri de ava giderken beraberinde en az yedi
bin şahinci götürürmüş; böyle bir avın anlamı ve tadı acaba neresinde
idi? (Kitap 1, bölüm 42)

23 Mart 2007 Cuma

Kendimizi Tanımak


Plinius'un dediği gibi, herkes kendisi için bir derstir elverir ki insan
kendini yakından görmesini bilsin. Benim yaptığım, bildiklerimi
söylemek değil, kendimi öğrenmektir; başkasına değil kendime ders
veriyorum. Ama bunları başkalarına da anlatmakla kötü bir iş
yapmıyorum: Bana yararı olan bu işin belki başkasına da yararı
olabilir. Zaten benim bir şeye dokunduğum yok. Yalnız kendimle
uğraşıyorum; delilik ediyorum, bundan zarar görecek başkası değil,
benim; çünkü bu öyle bir delilik ki bende başlayıp bende bitiyor,
hiçbir kötülüğe yol açmıyor. Eskilerden yalnız iki üçünün bu işi
denediğini söylerler; ama onların, yalnız adlarını bildiğimiz için
benim yaptığımın tıpkısını yapıp yapmadıklarını söyleyemeyiz.
Ruhumuzun ele avuca sığmayan akışını gözlemek, onun karanlık
derinliklerine kadar inmek, türlü hallerindeki bunca incelikleri
ayırdedip yazmak sanıldığından çok daha zahmetli bir iştir. Sonra bir
taraftan bu işin o kadar başka, o kadar garip bir zevki de var ki insanı
dünya işlerinden, hem de en değerli dünya işlerinden çekip alıyor.
Birkaç yıldır düşüncelerimin kendimden başka amacı yok; yalnız
kendimi sorguya çekiyor ve inceliyorum.

Başka bir şeyi incelediğim de oluyor ama, onu da hemen kendime
çekiyor, daha doğrusu, kendime mal ediyorum; daha az yararı olan
öteki bilimlerde olduğu gibi, bu bilimde öğrendiklerimi başkalarına
bildiriyorsam, bunda hiçbir kötülük görmüyorum. Şunu da söyleyeyim
ki öğrendiklerimle hiç de yetinmiyorum. İnsanın kendini
anlatmasından daha zor ve daha yararlı hiçbir şey yoktur. Üstelik,
meydana çıkmak için insanın süslenmesi, kendine çekidüzen vermesi
gerekiyor. Ben durmadan kendimi düzenliyorum, çünkü durmadan
anlatıyorum.

Kendinden sözetmeyi kötü görmek, yasak etmek adet olmuştur
çünkü kendinden sözetmek her zaman kendini övmek gibi görünür
kendini övmekse herkesin zıddına gider. Ama kendinden sözetmeyi
yasak etmek, çocuğun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur.

İn vitium ducit culpae fuga (Horatius)

Kusur korkusuyla suç işliyoruz.

Bu tedbirde ben kardan çok zarar görüyorum, hatta kendimden
sözetmek mutlaka övünmek olsa bile ben asıl amacıma bağlı kalmak
için, kendimdeki bu hastalığı ortaya koyacak bir işten kaçınmamalıyım;
işlediğim, hem de edindiğim bu kusuru gizlememeliyim. Ama, bana
sorarsanız, birçokları içip sarhoş oluyor diye, şarabı yasak etmek
yanlıştır fazla kaçırılan şeyler hep iyi şeylerdir. Kendinden sözetmenin
kötü sayılması bence yalnız, halkın düşeceği kaba hatalardan ötürüdür.
Bu türlü kurallar budalalara vurulan dizginlerdir: Ne azizler -ki
kendilerinden pekala sözederler-, ne filozoflar, ne bilginler bu kuralları
dinler; onlara hiç benzememekle birlikte ben de bu kuralları
dinlemiyorum. Onların ereği kendilerini anlatmak değildir, ama sırası
gelince de kendilerini uluorta göstermekten çekinmezler. Sokrates
kendinden sözettiği kadar neden sözeder? Hep müritlerini de
kendilerinden sözetmeye, kitaplardan öğrendiklerini değil içlerinde olup
bitenleri anlatmaya dürtüklemez mi? Tanrıya ve rahibe kendimizden
sözetmiyor muyuz? Protestan komşularımız bunu halkın gözü önünde
yapıyorlar. Diyeceksiniz ki, onlara yalnız kötü taraflarımızı anlatırız.
Ama bu, her şeyi söylüyoruz demektir; çünkü iyi tarafımız da bütün
günahlardan arınmış değildir.

Benim mesleğim, sanatım yaşamaktır. Bana hayatımı duyduğum,
gördüğüm ve yaşadığım gibi anlatmamı yasak edenler mimara da
desinler ki, sen binalardan kendine göre değil başkasına göre, kendi
bilginle değil başkasının bilgisiyle sözedeceksin. Kimse sormadan
kendi değerlerini ortaya koymak bir övünme ise niçin Cicero
Hortentius'un, Hortentius Cicero'nun söz güzelliğini öne sürüyor?
Bana diyebilirler ki: Kendini kuru sözle değil işle ve eserle anlat. Ben
her şeyden önce düşüncelerimi anlatıyorum, bunlarsa ün ve eser haline
gelemeyecek kadar belirsiz şeyler: Onları söz haline getirmekte bile
güçlük çekiyorum. Birçok olgun ve değerli insanlar herhangi bir iş
görmekten kaçınmışlardır. Yaptığımız işler kendimizden çok
rastlantıların eseridir: Bu işler kendi özlerini belli ederler; beni ise
ancak şöyle böyle, belli belirsiz, parça parça gösterebilirler.
Ben kendimi olduğum gibi gösteriyorum: Öyle bir beden yapısı
koyuyorum ki ortaya bir bakışta damarları, kasları, her şeyi yerli
yerinde görüyorsunuz.

Öksürük, sararma, yahut yürek çarpması yalnız bedenin bir kısmını,
onu da şöyle böyle, gösterebilir. Ben yaptıklarımı değil, kendimi, öz
benliğimi anlatıyorum.

Bence insan ne olduğunu bilmekte dikkatli olmalı; iyi tarafını da,
kötü tarafını da aynı titizlikle ortaya çıkarmalıdır. Eğer ben kendimi
iyi ve olgun görseydim, bunu bağıra bağıra söylerdim. Kendimi
olduğumdan az göstermek, alçakgönüllülük değil, budalalıktır;
kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır.
Aristoteles'e göre, hiçbir iyilik sahtelikle bir arada gitmez; doğru
hiçbir zaman yanlışa yer vermez. Kendini olduğundan fazla göstermek
de, çoğu kez gururdan değil budalalıktandır. Bence bu kendini
beğenme illetinin esası, kendinden pek fazla hoşlanmak, kendi
kendine hayasızca aşık olmaktır. Bunun en iyi çaresi, kendinden
sözetmeyi yasaklayan ve böylece bizi kendimiz üzerinde düşünmekten
büsbütün alıkoyanların dediklerinin tam tersini yapmaktır. Gurur
insanın düşüncesidir; söze dökülen onun pek küçük bir parçasıdır.
Bu adamlar öyle sanıyorlar ki insanın kendi üzerinde durması,
kendinden hoşlanması, hep kendisiyle uğraşması kendine fazla düşkün
olması demektir. Oysaki aşırı benciller kendilerini pek üstünkörü
bilenler, kendilerinden önce işlerine bakanlardır. Onlara göre kendi
kendisiyle başbaşa kalmak, sırtüstü yatıp vakit öldürmektir; ruhunu
zenginleştirmeye, kendini adam etmeye çalışmak boş hayaller
kurmaktır. Sanki kendimiz bizden ayrı, bize yabancı birisiymiş gibi.
Kendinden aşağıya bakıp da kendi kafasına hayran olan adam,
kendinden yukarıya, geçmiş yüzyıllara gözlerini kaldırsın; o zaman
yüzlerce devin ayakları altında kalacak ve burnu kırılacaktır. Kendi
mertliğiyle övünüp böbürleniyorsa, onu çok geride bırakan Scipion'un,
Epaminondas'ın, bunca orduların ve ulusların hayatlarını hatırlasın.
İnsan kendindeki eksik ve cılız değerleri, üstelik insan hayatının
hiçliğini hesaba katarak düşünecek olursa, hiçbir değeriyle övünmeye
kalkışmaz. Yalnız Sokrates, tanrısının dediğine uyup kendini
gerçekten tanımasını ve küçük görmesini bildiği için Bilge adını
almaya hak kazanmıştır. Kendini böylesine tanıyan adam istediği
kadar kendinden sözetsin. (Kitap 2, bölüm 6)

18 Mart 2007 Pazar

Montaigne Üzerine Düşünceler



- Denemeler'de gördüğüm her şeyi Montaigne'de değil kendimde
buluyorum. (Pascal)

- Bir kitap buldum burada. Montaigne'in kitabı; yanıma almadım
sanıyordum. Aman ne hoş adam. Ne zevk onunla birlikte olmak.
(Mme. de Sevigne)

- Montaigne, o hoşsohbet insan,
Bazen derin, bazen sudan
Kuşku duymasını bilmiş
Burnu bile kanamadan.
Kerli ferli softalarla
Alay etmiş sakınmadan. (Voltaire)

- Eminim, alışacaksınız Montaigne'e. İsanoğlu ne düşündüyse onda
var ve bu kadar güçlü biçem zor bulunur. Bir şey öğretmiyor, çünkü
hiçbir şeyi kestirip atmıyor. Doğmacılığın tam tersi. Mağrur adam,
ama kim mağrur değil ki? Alçakgönüllü görülenler büsbütün mağrur
değiller mi? Her satırında Ben, Kendim diye konuşuyor, ama Ben,
Kendim demeden hangi bilgiye varılabilir? Haydi, bırakın Allah
aşkına hocam, filozofun, metafizikçinin bundan iyisi görülmemiş.
(Mme. du Deffand)

- Montaigne, o tanrı gibi adam, 16. yüzyılın karanlıktan içinde tek
başına diri ve tertemiz bir ışık saçmış; dehası ancak zamanımızda,
gerçek ve felsefi düşünce boşinançların, geriliklerin yerini alınca
anlaşıldı. (Grimm)

- Montaine'in düşünceleri yanlış, ama güzel. (Malebranche)

- Yazarların çoğunda, yazan adamı görüyorum, Montaigne'de
ise düşünen adamı. (Montesquku)

- Çocukken babamın kitaplığından bana Dememeler çevirisinin
perişan bir cildi kalmıştı. Yıllar sonra, kolejden çıkışımda bir cildi
okudum ve ötekilerini arayıp buldum. Bu kitapla ne büyük haz ve
hayranlık saatleri geçirdiğimi hatırlıyorum. Bu kitabı, yaşadığım
başka bir hayatta yazmışım gibi geliyor o kadar candan bana, benim
düşüncemi, benim hayat deneyimimi söylüyordu. (Emerson)

- Montaigne amma da düşünce çalmış benden! (Beranger)

- Montaigne ölüyor: Kitabını tabutunun üstüne koyuyorlar;
cenazesinde yakını olarak din bilgini Charron ve manevi kızı
Mademoiselle de Goumay var Resmen septik olarak Bayle ve Naude
onlara katılıyor. Sonra Montaigne'e az çok bağlananlar, bir an için
ondan zevk almış olanlar, bir an için yalnızlık sıkıntısından kurtardığı,
kuşku duydurmak sayesinde düşündürdüğü kimseler; akraba ve komşu
olarak Madame de Sevigne, La Fontaine; onun yaptığını yapmaya
özenip onu taklit etmeyi onur bilenler: La Bruyere, Montesquieu,
Jean-Jacques Rousseau; ortada tek başına Voltaire; daha az önemli
kimseler, karmakarışık: Saint-Evremond, Chaulieu, Garat... Daha
arkada çağdaşlarımız ve belki hepimiz. Ne büyük bir cenaze alayı. Bir
insanın Ben'i için bundan daha fazla umulabilir mi? Peki ama, ne
yapıyorlar bu cenaze alayında? Tören gereğince hüngür hüngür
ağlayan Mademoiselle de Gournay den başka herkes konuşuyor:
Ölenden, onun sevimli taraflarından, hayata bu kadar karışan
felsefesinden sözediyorlar. Herkes kendi kendinden sözediyor. Onunla
herkesin ortak olduğu taraflar ortaya konuyor. Kimse ona olan
borcunu unutmuyor; her düşünce onun bir yankısı gibi... Korkarım bu
alayda dua eden tek adam Pascaldır. (Sainte-Beuve)

- Montaigne'i sevmek kendini sevmek, kendini her şeye tercih
etmektir. Montaigne'i sevmek yalnız gerçeği değil, doğruluğu ve ödev
duygusunu da yalnız kendinden yana çekmektir. Montaigne'i sevmek,
hayatımızda hazlara, zavallı yaradılışımızın kaldıramayacağı kadar yer
vermektir... (Brunetiere)

- Montaigne Fransız Rönesansını bitirip Klasik çağı haber veriyor.
(Lanson)

- Pilatus'un, devirler boyunca yankısı çınlayan korkunç sorusu
karşısında Montaigne, daha insanca, daha din dışı, başka bir anlamda
İsa'nın tanrıca cevabını vermiş oluyor:

Serbest Düşünce

Montaigne Avrupa'ya serbest düşünmesini öğretmiş olan adamdır,
demek fazla büyük söylemektir, ama böyle bir söz olsa olsa
Montaigne için söylenebilir. On altıncı yüzyılda serbest düşünmek,
babadan kalma, donmuş, su götürmez düşünce kalıplarını zorlamak, başka türlüsünü düşünmeyi kimsenin göze alamadığı inanışların doğruluğundan kuşku duymak hastalıklardan dinlere, adetlerden kanunlara kadar insan hayatının her yönü üzerinde kendi aklının ışığıyla yeni baştan düşünce yürütmekti. Buysa o zaman tek başına Amerika'yı keşfe gitmek gibi bir işti. Gerçi Rönesans Avrupası'nda bu iş artık olanaksızlıktan çıkmış, okur yazarlar bir yandan dünyanın, bir yandan da Yunan ve Latinlerin daha iyi tanınmasıyla insanoğlunun türlü türlü düşünmesi olanağı bulunduğunu öğrenmiş, yer yer, zaman zaman hocadan izinsiz düşünme denemelerine başlamışlardı. Fakat bütün hayatını bu denemelere hasreden, kendini serbest düşüncenin deney tahtası haline getiren ilk adam Montaigne oldu.

İki Ders


Gerçi Montaigne'de türlü türlü düşünceleri, ileri geri bütün siyasi
inançları destekleyen, ya da öyle görünen düşünceler bulunabilir.
Onda bir taraflı, sistemli sürekli bir görüş olmadığı için bugün çeşitli
yollara ayrılmış olan insan düşüncesi onu istediği yana çekebilir; ama
hiçbir zaman çekilemeyeceği taraflar vardır: Bunlardan biri doğa ötesi,
biri de bağnazlıktır. Denemeler'i okuyan şu iki dersi almamazlık
edemez: Doğanın istediği gibi düşün ve yaşa; hiçbir kitabın, hiçbir
doğanın kölesi olma. Aldanmıyorsam Batı kültürünün Montaigne'den
bugüne kadar ki gelişmesi genel olarak bu iki derse sadık kalmıştır.
Ancak aşırı ideolojiler az çok bağnazlığa muhtaç oldukları için
Montaigne pek işlerine gelmez. Tek taraflılığı küçümseyen bu adamın,
halkta kendi doktrinlerine karşı kuşku uyandırmasından çekinirler.
Oysa Montaigne'den ders almamış, yani doğa ötesinden ve taassuptan
kurtulamamış bir düşünce körükörüne bir partiye ancak kul olarak
hizmet edebilir, yaratıcı, geliştirici güç olarak değil. Montaigne'in işi,
diğer hümanistler gibi yeni düşüncenin ana yolunu açmak oldu; üst
tarafını başkaları düşünecekti; düşündüler, daha da düşünecekler.
Şurası kesin ki Montaigne her zaman düşüncemizin çemberlerini
kırmaya, kendi kendimizi eleştirip aşmaya yardım edecek.

MontaigNeden Merhaba

Gerçekten Montaigne kent hayatından kaçmış, Denemeler'i keyfi için
yazmış, onu okuyanların imanını sarsmıştır; fakat bunu öyle bir
zamanda yapmıştır ki, insanın oturup serbestçe düşünmesi işlerin en
gücü, kendi keyfi için yazı yazmak, gerçeği bulup göstermenin belki
tek yolu; insanların ruhlarındaki iman da yıkılması, değişmesi gereken
cinsten bir imandı. Montaigne hep kendini anlatıyordu; ama kendini
anlatırken insan düşüncesini yeni bir yola sokuyor, köhne inanışları,
doğaya, akla aykırı alışkanlıkları, safsataları baltalıyor, dünya
sevgisine, bilimsel düşünüşe, gerçekçi edebiyata yol açıyordu. Bir
insanda bütün insanlığın sorunları bulunduğuna inandığı için kendini
anlatırken, yalnız kendini düşünmüş olmuyordu. Kendini değil de
başkalarını anlatmış olsaydı, Denemeler'de yine aynı düşünceler
aynı duygular olacaktı. Onun zamanında kendini, insanlığı ve doğayı
keşfe çıkmak, cüret, iman ve çaba isteyen bir işti. Fransa böyle bir
girişimden zarar görmüştü demek, tutucu, dindar, bir Fransa daha
mutlu olacaktı, demeye varır. Doğrusu böyle bir Fransa ve böyle bir
dünya isteyenlere Montaigne'i beğendirmek güçtür.

MONTAIGNE'İN YAŞAMI

1533-Michel de Montaigne doğuyor ve Papessus köyünde bir sütnineye gönderiliyor.
1535-Michel, Fransızca bilmeyen Horstanus adlı bir Alman eğitmenine veriliyor. Bu eğitmen Michet'in babasının İtalyada gördüğü yeni bir yöntemle çocuğu hep Latince konuşarak yetiştiriyor.
1539-Michel, altı yaşında; Fransa'nın en iyi kolejlerinden birine, Guyenne Kolejine giriyor. Burada yedi yıl okuyor. Latin şiirinin tadına varıyor ve biraz da Yunanca öğreniyor.
1546-Bordeaux da; Edebiyat Fakültesinde felsefe okuyor.
1548-Bordeaux da isyan: Michel, Toulouse da hukuk okuluna gidiyor.
1554-Montaigne in babası Bordeaux Belediye Başkanı oluyor.
1555-Montaigne babasıyla Paris'e gidip geliyor.
1557-Bordeaux Belediye Meclisine giriyor.
1558-Montaigne'le La Boetie arasındaki büyük dostluk başlıyor.
1559-Bordeaux da mezhep kavgaları. Bir tüccar diri diri yakılıyor: Amyot, Plutarkhos'un Hayatlar'ını Fransızcaya çeviriyor. Montaigne'in en çok seveceği, okuyacağı kitap bu olacak.
1561-Bordeaux Belediye Medisi Montaigne'i önemli bir görevle saraya gönderiyor. La Boetie siyasal hayata giriyor:
1562-Protestanlara karşı şiddet hareketleri başlıyor. Montaigne, Rouen şehrini Protestanlardan almaya giden kral ordusuna katılıyor:
1563-Montaigne, Bordeaux'ya dönüyor: La Boetie ölüyor.
1565-9. Charles, Bordeaux'ya gelip bir süre kalıyor. Montaigne, Françoise de la Chassagne'la evleniyor.
1568-Babası ölüyor. Miras beş erkek, üç kız kardeş arasında bölünüyor. Michel, Montaigne çiftliğinin sahibi oluyor.
1569-Montaigne; babasının isteğiyle yaptığı Raimond Sebond'un thelogia üzerine bir eserinin çevirisini bastırıyor.
1570-Montaigne, Bordeaux Belediye Meclisindeki görevinden istifa ederek Paris'e gidiyor. La Boetie nin Latince şiirleriyle çevirilerini bastırıyor. Montaigne'in ilk kızı doğup iki ay sonra ölüyor.
1571-Montaigne, çiftliğine çekiliyor ve kütüphanesine şu Latince kitabeyi yazıyor:
«1571 yılı: Michel de Montaigne, otuz sekiz yaşında. Doğum yıldönümünden bir gün önce; meclisteki kulluğundan ve memuriyetinden bıkmış; fakat sapasağlam olarak kitapları arasına dönüyor ve geri kalan günlerini orada, sessizlik içinde geçirmeye karar veriyor.>
1572-Saint-Barthelemy kırımı. Montaigne Denemeleri'ni yazmaya başlıyor. Plutarkhos'un Ahlaki Eserleri'nin çevirisi çıkıyor ve Montaigne in elinden düşmüyor:
1573-İç savaş. Montaigne kralın ordusuna katılıyor; görevle Bordeaux'ya gönderiliyor.
1574-Montaigne'in dördüncü kızı doğup üç ay sonra ölüyor.
1575-Montaigne Paris'e gidiyor.
1576-Montaigne, Pyrrhon felsefesiyle yakından ilgileniyor: Raimond Sebond üstüne babasına söz verdiği eseri yazmaya başlıyor.
1577-Montaigne'in beşinci kızı doğup bir ay sonra ölüyor. Henri de Navarre, Montaigne'e yüksek bir rütbe veriyor. Montaigne ilk kez kum sancılarına tutuluyor. Denemeler'ine devam ediyor.
1578-Montaigne küçük bir orman satın alıyor.
1579-Montaigne kendini en çok anlattığı Denemelerini yazıyor.
1580-Denemeler ilk kez, iki cilt halinde basılıyor. Montaigne İsviçre'ye, İtalya'ya gidiyor. Paris'e dönüp kitabını krala sunuyor. Kral beğeniyor.
1581-Montaigne evine dönüyor.
1582-Montaigne, Bordeaux Belediye Başkanı oluyor, Denemeler'i birçok eklemelerle yeniden bastırıyor...
1583-Montaigne in altıncı kızı doğuyor ve birkaç gün yaşıyor.
1584-Navarre Kralı (Sonraki V. Henri) Montaigne'in çiftliğine gelip iki gün kalıyor.
1585-Montaigne Mareşal Matignon'la mektuplaşıyor. İç savaşta önemli roller oynuyor. Bordeaux'da veba çıkıyor. Montaigne görevi başına gelemiyor. Başkanlığı bitinceye kadar yakın bir kasabada kaldıktan sonra, ailesini alıp veba bölgesi dışına çıkıyor.
1586-Montaigne tarihçileri okuyor.
1587 Henri de Navarre tekrar Montaigne'in çiftliğine geliyor.
1588-Montaigne, Denemeler'in dördüncü baskısı için Paris'e gidiyor: Yolda Ligciler tarafından soyuluyor. Paris'te, Denemeler'in hayranlarından Mademoiselle de Gournay'le tanışıyor. İç savaş şiddetleniyor; Montaigne Kralla birlikte Rouen'e gidiyor. Tekrar Paris'e dönüşünde bir gün için Bastille'e atılıyor.
1589-Montaigne evine çekilip kitap okuyor. Denemeler'in yeni bir baskısını hazırlıyor: Birçok eklemeler yapıyor. Kitap en olgun şeklini buluyor.
1590-Montaigne'in kızı evleniyor: Yeni kral 4. Henri, Montaigne'e mektup yazıyor, yanına çağırıyor. Montaigne gidemiyor.
1591-Montaigne'in kızının bir kızı doğuyor.
1592-Montaigne ölüyor.