9 Kasım 2008 Pazar

YARARLI VE GÜZEL ÜSTÜNE

Eskiden, Epaminondas'ı üstün insanların en başına koymuştum; bu
düşüncemi bugün de değiştirmiş değilim. Kendi kendisine yüklediği
ödevlere ne kadar saygılıydı bu insan. Yendiği insanlardan hiçbirini
öldürmedi. Yurdunu özgürlük dediğimiz o paha biçilmez nimete
kavuşturmak için zorbaları ve suç ortaklarını biçimsel adalete
uymadan, vicdan rahatlığıyla öldüren bu adam, düşmanları arasında ve
savaşta bir dostunu, bir konuğunu ya da kendisini konuklayanı öldüren
yurttaşlarını, ne kadar iyi bilinseler, kötü sayıyordu. İşte, zengin ruh
yaratılışı buna derim ben. En sert, en kaba insan eylemleriyle,
filozofların bulabileceği en ince iyiliği ve insanlığı uzlaştırabiliyordu.
O azgın yürek, o acıya, ölüme, yoksulluğa öylesine dayanan o demir
yürek nasıl oluyor da, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, en tatlı, en
babacan duygularla yumuşayabiliyordu? Kendisinden başka herkesi
yenmiş bir ulusu, kılıç ve kan dehşetiyle allak bullak eden insan,
böylesine bir kargaşalık içinde, düşmanları arasında bir dosta, evinde
kaldığı bir insana raslayınca kuzuya dönüyordu. Savaşı, en azgın
anında, kıran kırana, kan gövdeyi götürürken iyi duygularla
dizginlemesini bilen kişi, savaşa komutanlık yapmasını gerçekten en
iyi bilen kişidir. Böylesi azgınlıklar içinde en ufak bir adalet örneği
gösterebilmek bir mucizedir. Yalnız Epaminondas'ın sertliği, en
yumuşak, en temiz, en tatlı insanlık duygularıyla kaynaşmasını
başarabilmiştir. Kimi komutanlara göre, silahlı insanlar karşısında
yasalar sökmezken, kimine göre, adalet zamanı başka, savaş zamanı
başka iken (Caesar) kimine göre silahların sesi yasaların sesini
duymaya engel olurken (Marius), bizim Epaminondas savaşta en ince
kibarlıktan, insanlıktan ayrılmasını biliyordu. Belki savaş azgınlığı ve
hoyratlığını, Musa'ların, sanat ve bilim perilerinin tatlılığı ve güler
yüzleriyle yumuşatmasını düşmanlarından öğrenmişti.

Epaminondas kadar büyük bir eğiticiden sonra diyebiliriz ki,
düşmanlarımıza bile yapılması doğru olmayan şeyler vardır ve ortak
yarar özel yarardan her şeyi istememelidir.

Manente memorla etlam in dissidio puslicorum faederim privati
furiş. (TitusLivius)

Kamusal bozuşmalar ortasında kişisel haklar unutulmadığından.

Et nulla potentia vires

Prraestandi, ne quid pecet amicus, habet; (Ovidius)

Hiçbir devlet gücü hak veremez

Dostluk bağlarının koparılmasına.

Ne kralına hizmet için, ne kamu yararı, ne de yasalar uğruna her şeyi
hoşgörebilir iyi bir insan:

Non enim patria praestat omnibus officiis ..... et ipsi
condusit pios hasere cives im parentes. (Cicero)

Çünkü yurt bütün ödevlerin üstünde değildir ve yurttaşların
yakınlarını sevmesi yurdun yararınadır.

İç savaşlarla geçen zamanlarımıza uygun bir ders veriyor bu sözler.
Kuşandığımız zırhların yüreklerimizi katılaştırması hiç de gerekli
değil; sırtımızın katılaşması yeter. Kalemlerimizi mürekkebe
batırmakla yetinelim, kana batırmayalım. Dostluğu, kişisel bağları,
verdiğimiz sözü, yakınlarımızı kamu yararına devlet uğruna hiçe
saymak büyük bir yiğitlik ve eşine az raslanır yaman bir erdemse eğer,
kendimizi özürlü göstermek için diyebiliriz ki bu kadar büyüklüğü
Epaminondas'ın büyük yüreği bile kaldıramamıştı.

Şöylesine azıtılmış bir ruhun kudurmuşca kışkırtmalarından da nefret
ediyorum doğrusu:

Dum tela micant, non vos pietatis imago Ulla, nec adversa conspecti
fronte parentes Commoveant; vuftus gladıo turbate verendos. (Lucianus)

Kılıç kından çıkınca bütün duygular susmalı! Karşı cephede
babalarınrzı da görseniz Paralayın suratlarını yalın kılıcınızla.
Sütü bozuklara, kana susamışlara, hainlere, haklı görünerek cinayet
işlemek fırsatını vermeyelim.

Öylesine azgın, amansız bir adaleti bırakalım; daha insanca
davranışlardan örnek alalım. Zaman ve olaylar neler öğretmiyor
insanlara! Cynna'ya karşı girişilen iç savaşta, Pompeius'un bir askeri,
karşı tarafta savaşan kardeşini farkına varmadan öldürünce, utanç ve
kederinden hemen kendini de öldürüyor. Birkaç yıl sonra aynı halkın
bir başka iç savaşında askerin biri de kardeşini bile bile öldürdüğü için
komutanlarından ödül istiyor!

Bir eylemi yararlı olduğu için dürüst ve güzel saymak yanlıştır;
herkesi o eyleme zorlamak, yararlı diye herkes için onurlu olacağı
sonucuna varmak doğru değildir:

Omnia non parüer rerum sunt omnibus apta.

Her şey tıpa tıp uygun değildir herkese.

İnsan toplumunun en zorunlu, en yararlı eylemini, evlenmeyi alalım.
Azizlere göre güzel ve dürüst olan evlenmemektir; en şerefli
saydıkları görevlerinde evlenmeye yer vermezler: Oysa biz haralarda,
yalnız az değerli hayvanların çiftleşmesine engel oluruz. (Kitap 3,
bölüm 1)

17 Ağustos 2008 Pazar

YAŞAMAK VE ÇALIŞMAK

Doğa bir ana gibi davranmış bize: İstemiş ki ihtiyaçlarımızı
gidermek zevkli bir iş de olsun üstelik: Aklımızın istediği şey,
iştahımızın da aradığı şey olsun: Onun kurallarını bozmaya hakkımız
yok.
Caesar'ın ve İskender'in, en büyük işleri başarırken, doğal ve budan
ötürü gerekli ve akla uygun zevkleri bol bol tattıklarını görünce, buna
ruhu gevşemek demem; tersine, o zor işleri ve yorucu düşünceleri dinç bir yürekle günlük hayatın bir parçası haline sokmak, ruhu
sağlamlaştırmaktır derim. Zevklerin gündelik zaferlerini olağanüstü iş
saymışlarsa bilge adamlarmış. Biz pek şaşkın varlıklarız: Filanca
hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım, deriz
-Bir şey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya! Bu sizin yalnız başlıca
işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir: Bana büyük işler çevirmek
olanağını verselerdi, neler yapmaya gücüm olduğunu gösterirdim,
deriz. Önce siz kendi hayatınızı düşünmeyi, çevirmeyi bildiniz mi?
Bildinizse bütün işlerin en büyüğünü görmek için büyük fırsatlara
ihtiyaç yoktur hangi mevkide olursa olsun, perde arkasında da, perde
önünde de insan kendini gösterir. Bizim işimiz kitap doldurmak değil,
ahlakımızı yapmaktır; savaşmak ülke kazanmak değil, yaşayışımıza
dirlik düzenlik getirmektir; En büyük en onurlu eserimiz doğru dürüst
yaşamaktır. Geri kalan her şey, başa geçmek, para yapmak, binalar
kurmak, nihayet ufak tefek eklentiler, yollardır. Bir komutanın, az
sonra hücum edecek olduğu bir kalenin eteğinde dostlarıyla tümüyle
serbest ve rahatça, kaygısızca sohbete dalması, Brutus'un herkesin
kendisine ve Roma'nın özgürlüğüne karşı pusu kurduğu bir sırada
gece dolaşmalarından birkaç saat çalarak tam bir sessizlik içinde
Polybius'u okuyup notlar yazması ne güzel bir şey! Düşündükçe içim
açılır. Ancak küçük ruhlar işlerin ağırlığı altında ezilir; onlardan
sıyrılmayı, bir yerde durup yeniden başlamayı bilmezler.

O fortes pejoraque passi

Mecum saepe viri, nunc vino pellite curas;

Cras ingens iterabimus aequor. (Horatius)

Ey benimle bunca çetin işler görmüş yiğitler,

Bugün, dertlerinizi şarapla giderin

Yarın engin denize açılacağız. (Kitap 3, bölüm 13)

11 Temmuz 2008 Cuma

HERKESİN DEĞERİ KENDİNE GÖRE


Kendim nasılsam başkasını ona göre değerlendirmek hatasına
düşmem çokları gibi. Buna aykırı düşen şeylere kolayca inanırım.
Kendimi bağlı hissettiğim bir biçime başkalarını zorlamam herkes
gibi. Bambaşka bir türlü yaşama biçimi olabileceğine inanır, akıl
erdirebilirim.
Çoklarının tersine de, aramızdaki ayrılığı benzerlikten daha kolay
kabul ederim. Başkasının benim hallerimden ve ilkelerimden dilediği
kadar uzak kalmasını hoşgörürüm. Herkesi düpedüz ve bağımsız
olarak kendi kişiliğiyle görür, kendi örneği içinde değerlendiririm.
Kendim perhiz yanlısı olmadığım halde kimi rahiplerin perhizciliğini
içtenlikle beğenmekten, davranışlarını uygun bulmaktan geri kalmam:
Hayal gücümle kendimi onların yerine koyabilirim pekala. Hatta
benden ne kadar ayrı iseler o ölçüde daha da çok sever ve sayarım
onları. Birbirimizin kendi içinde değerlendirilmesini, kimsenin herkes
gibi olmaya zorlanmamasını candan dilerim.

Kendi güçsüzlüğüm başkalarının gücü kudreti üstüne beslemem
gereken düşünceleri hiç değiştirmez.

Sunt qui laudent, nisi quod se imitari posse confidunt. (Horatius)

Kimileri yalnız taklit edebilir sandıklarını överler.

Yerin çamurunda sürünürken de, ta göklerde, kahraman ruhların
yüceliğini görmekten geri kalmam. Yaptıklarımın değilse bile
düşüncemin düzgün olması, hiç olmazsa bu önemli yanımın
bozulmadan işlemesi bana çoktur bile. Bacaklarım tutmazken
irademin sağlam kalması az şey değildir. Yaşadığımız çağ, bizim
iklimde hiç değilse, öylesine bozulmuş ki erdemin yaşanması şöyle
dursun tasarlanması bile bir hayli zor. Yalnız okul sözlüğünde kalmışa
benziyor erdem:

Virtutem verba putan, Ut lucum ligna (Horatius)

Erdem sadece bir söz onlar için Ve kutsal orman sadece odun.

Quam verreri deberet, etiamsi percipere non posent. (Tusculanes)

Erdem ki saymaları gerekir, anlamasalar bile. (Kitap 1, bölüm 37)

ZORLUĞUN DEĞERİ

Filozofların en akıllıları derler ki: akla uygun hiçbir şey yoktur ki
tam tersi de akla uygun olmasın. Yakınlarda gevelediğim bu güzel
sözü eskilerden biri (Seneca) yaşamayı küçümseme yolunda
kullanmış: Ona göre, yalnız yitirmeye hazırlandığımız bir nimet bize
zevk verebilir.

In auquo est dolor amissae rei, et timor amittendae. (Seneca)

Yitirme acısıyla yitirme korkusu bir kapıya çıkar.

Demek ister ki bununla, yaşamayı yitirme korkusunda olursak,
yaşamanın tadını çıkaramayız. Ama bunun tersi de söylenebilir:
Yaşamaya bu kadar sıkı sarılıp, böylesine bir sevgiyle bağlanmamış,
onun temelli olmadığını gördüğümüz, elimizden çıkmasından
korktuğumuz içindir. Gerçek ortada çünkü: Ateş nasıl soğuktan hız
alıyorsa bizim istemimiz de kendi karşıtıyla bilenip keskinleşiyor:

Si numquam Danaen habuisset abenea turis,

Non esset Danae de Jove facta parens. (Ovidius)

Danae yi funçtan kuleye komasalardı

Jupiter den hiç gebe kalmazdı Danae.

Bolluğun verdiği doygunluktur zevkimizi en fazla körleten;
zevkimizi en fazla bileyen, coşturan şeyse özlediğimizi az ve zor
bulmaktır.

Ominum rerum voluptas ipso quo debet fufare
periculo crescit (Seneca)

Her şeyin zevki, bizi itmesi gereken tehlikeyle artar.

Galla, nega: satiatur amor, nisi gaudia torquent. (Martialis)

Galla, hayır de: aşk azapla beslenir yalnız.

Aşkın gevşememesi için Likurgos Lakedemonya'da evlenenlerin
gizli yatıp kalkmalarını buyurmuş: Evlilerin yatakta görülmeleri, bir
başkasıyla yatmaları kadar ayıp sayılıyormuş. Buluşmaların zorluğu,
yakalanma tehlikesi, sonradan duyulacak utanç:

Et languor, et silentium,

Et latere petitus imo spritus (Horatius)

Ya o baygınlık, o sessizlik,

Ya o derinden gelen gizli ahlar,

Bütün bunlardır salçayı kıvamına getiren. Sevişmenin nice hoşlukları
aşkın etkilerinden çekinerek, utanarak söz etmekten doğmaktadır.
Şehvetin kendisi bile acı duyarak kızışmak ister. İncittiği, tırmaladığı
zaman daha tatlı olur. Fahişe Flora, Pompeus'la yatıp da üzerinde
dişlerimin izini bırakmadığım olmadı, dermiş.

Quod petire premunt arcte, faciuntque dolorem Corporis, et dentes
inlidunt saepe lebellis:

Et stimuli supsunt, qui instigant laedere id ipsum Quodcumque est,
rabies unde illi germina surgunt. (Lucretius)

Arzuyla sarıldıklarının canı yanar; Dişleri ısırır çok kez nazik
dudakları. Gizli dürtüler incitmeye iter onları. Her tuttuklarını;
azgınlıkları artar böylece.

Her işte görülen budur: Zoduk değer kazandırıyor her şeye. (Kitap 2,
bölüm 15)

1 Haziran 2008 Pazar

AKIL ERDİREMEDİĞİMİZ GERÇEKLER


Kolayca inanma ve inandırılmayı saflığa ve bilgisizliğe vermekte
haksız değiliz her zaman. Şöyle bir şey öğrendiğimi sanıyorum
eskiden: İnanç ruhumuza bastırılan bir damga gibidir; ruh ne kadar
yumuşak olur, ne kadar az karşı koyarsa, ona bir şeyi mühürlemek o
kadar kolay olur. Hele ruh bomboş ve darasız olursa, ilk inandırmanın
ağırlığı altında daha da kolaylıkla eziliverir. Onun için, çocuklar,
bilgisizler, kadınlar ve hastalar kulaktan doldurulup yürütülmeye daha
elverişlidirler.
Evet, ama, öbür yandan da, bize olağan gelmeyen her şeyi
olmaz diye hor görüp çöpe atmak da budalaca bir böbürlenmedir.
Kendilerini herkesten üstün kafalı sayanlarda hep görürüz bunu.
Eskiden ben de düşerdim buna: Hortlaklardan, gelecek üstüne
kerametlerden, büyülerden, yutmadığım daha başka şeylerden söz
edildi mi, bu saçmalıklara inandırılan zavallı halka acırdım. Bugün
görüyorum ki kendim de acınacak haldeymişim o zaman: Sonradan
gördüklerimle ilk inançlarımı değiştirmiş, ya da böyle şeylere
sonradan merak salmış değilim; ama aklım sonradan öğretti ki bana,
her hangi bir şey için yekten olmaz diye kesip atmak kendimizde
tanrının ve doğa anamızın isteyip yapabilecekleri her şeyin sınırlarına
varan bir kafa üstünlüğü görmek olur. Olabilecek şeylerin hepsini
kendi yetenek ve göreneklerimize bağlamaktan daha büyük bir
çılgınlık olamaz dünyada. Aklımızın eremediği her şeye masal,
mucize deyip gerçek dışı sayarsak, az şey mi görüyorsunuz
her gün aklımızın ermediği? Bir düşünelim, ne sisler arasından
ne emeklerle elimizin altındaki şeylerden birçoğunun bilgisine
ulaştırıyorlar bizi. O zaman anlarız ki bize acayip gelmeleri onları
bildiğimizden değil alışkanlığımızdan geliyor daha çok.

Jam nemo, fessus satiate videndi, Suspicere in caeli dignatur lucida
templa. (Lucretius)

Gözleri doymuş olduğu için şaşmıyor kimse Başının üstündeki ışık
tapınaklarına.

Nice alıştığımız şeyleri bize yeniden gösterseler, en olmayacak
şeylerden daha garip gelecektir bize onlar.

Si nunc primum mortalibus adsint

Ex improviso, ceu sint objecta repente,

Nil magis his rebus poterat mirabile dici.

Aut minus ante quod auderent fore credere gentes. (Lucretius)

Bugün birden gözlerimiz önüne gelseler

Varlıkları fışkırıverse karşımızda

Bizi en çok şaşırtacak onlar olur

Bütün bildiklerimize aykırı görünürler.

Hiç ırmak görmemiş biri ilk kez bir ırmak gördüğünde
deniz sanmış onu. Bizim en büyük bildiğimiz şeyleri, doğanın o
konudaki son sınırları sayarız:

Scilicet et fluvius, qui non est maximus, el est

Qul non ante aliquem majorem vidit, et ingens

Arbor homoque videtur; et omnia de genere omni

Maxima quae vidit quisque, haec ingentia fingit. (Lucretius)

Böylece, bir ırmak büyük olmasın isterse

Daha büyüğünü bilmeyene büyük gelir;

Bir ağaç, bir insan da öyle. Her şeyde,

En büyük gördüğümüzü devleştiririz.

Conseutudine oculorum assuescunt animi, neque admirantur, neque
requirunt rationes earum quas semper vident. (Cicero)

Gözlerin alışkanlığıyla kafalar da her şeye alışır; her an görmekte
olduğumuz şeylere şaşmayız, nedenlerini aramayız onların.

Gördüğümüz şeylerin yeniliği, büyüklüğünden çok şaşırtır ve
nedenlerini aramaya iter bizi.

Doğanın sonsuz gücü karşısında daha saygılı olmamız,
bilgisizliğimizi, yetersizliğimizi bilmemiz gerekir. İnanılır kişilerin
söylediğince olmayacak şeyler duyuyoruz; bunlara inanmasak bile
kesip atmamalıyız; çünkü olmaz deyip geçmez, olabilecek şeylerin
nereye varabileceklerini bildiğimizi ileri sürmek olur haddimizi
bilmeden. Olmayacakla alışılmadık arasında, doğanın akış düzenine
aykırı olana insanların ortak inançlarına aykırı olan arasındaki ayrılığı
iyi kavrarsak, bir şeye inanmakta da, inanmamakta da, haddimizi
bilecek olursak, Chilon'un kuralına uymuş oluruz: hiçbir şeyde aşırı
gitme yok. (Kitap 1, bölüm 18)

26 Nisan 2008 Cumartesi

İNSAN VE ÖTESİ


Kendini beğenmek insanın özünde, yaratılışında olan bir hastalıktır.
İnsan yaratıkların en zavallısı, en cılızıdır öyleyken en mağruru da
odur. Şurada, dünyanın çamuru ve pisliği içinde oturduğunu, evrenin
en kötü, en ölü, en aşağı katında, göklerin kubbesinden en uzakta, üç
cinsten yaratıkların en kötü haldekileriyle birlikte, dünya evinin en alt
katına bağlı ve çakılı olduğunu bilir, görür ve yine hayaliyle, aydan
yukarılara çıkıp gökleri ayaklarımın altına indirmek sevdasıyla yaşar.
Aynı hayal gücüyle kendini tanrıyla bir görür; kendisine tanrısal
özellikler verir; kendini öteki yaratıklar sürüsünden ayırıp kenara
çeker, arkadaşları, yoldaşı olan varlıklara yukardan bakar; her birine
uygun gördüğü ölçüde güçler ve yetenekler dağıtır.

Biz insanlar öteki yaratıkların ne üstünde ne altındayız. Bilge der ki,
göklerin altındaki her şey, aynı yasanın ve aynı yazgının
buyruğundadır.

Indupedita suis fatalibus omnia vinclis. (Lucretius)

Her şey, kırılmaz zincirleriyle bağlı yazgının.

Bazı ayrılıklar, düzeyler ve dereceler vardır; ama her şeyde aynı
doğanın yüzü görülür.

Res quoeque suo ritu procedit, et ommes

Foedere naturae certo discrimina servant (Lucretius)

Her şey kendine göre gelişir ve hepsi

Sürdürür doğa düzeninin ayrılıklarını. (Kitap 11, bölüm 12)

19 Mart 2008 Çarşamba

DOSTLUK

Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını
sağlayan bir raslantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler,
yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukta ruhlar o kadar derinden
uyuşmuş, karışmış kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip
süpürmüş ve artık bulamaz olmuşlardır. Onu (Etienne de la Boetie:
Montaigne'in en iyi dostu. İyi yürekliliği ve bazı şiirleriyle
tanınmıştır.) niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak
şöyle anlatabilirim sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim.

Ruhlarımız o kadar sıkı bir birliktelikle yürüdü, birbirini o kadar
coşkun bir sevgiyle seyretti ve en gizli yanlarına kadar birbirine öyle
açıldılar ki ben onun ruhunu benimki kadar tanımakla kalmıyor,
kendimden çok ona güvenecek hale geliyordum.

Öteki sıradan dostlukları buna benzetmeye kalkışmayın: Onları, hem
de en iyilerini ben de herkes kadar bilirim. O dostluklarda insanın, eli
dizginde yürümesi gerekir: Aradaki bağ, güvensizliğe hiç yer
vermeyecek kadar düğümlenmiş değildir. Chilon (Eski Yunanistan'ın
ünlü bilgelerinden biri.) dermiş ki: «Onu (dostunuzu), bir gün
kendisinden nefret edecekmiş gibi sevin; ondan, bir gün kendisini
sevecekmiş gibi nefret edin.» Benim anlattığım yüksek ve yalın
dostluk için hiç yerinde olmayan bu davranış, öteki dostluklara
uyabilir. Bunlar için, Aristoteles'in sık sık tekrarladığı şu sözü de
kullanabiliriz: «Ey dostlarım, dünyada dost yoktur...»

Onsuz yorgun ve bezgin sürüklenip gidiyorum: Tattığım zevkler bile,
beni avutacak yerde ölümünün acısını daha fazla artırıyor. Biz her
şeyde birbirimizin yarısı idik; şimdi ben onun payını çalar gibi
oluyorum:

Nec fas esse ulla me voluptate hic frui

Decrevi, tantisper dum ille abest meus particeps (Terentius)

Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden yoksun kalınca,

Hiçbir zevki tatmamaya karar verdim.

Her işte onun yarısı, ikinci yarısı olmaya o kadar alışmıştım ki şimdi
artık yarım bir varlık gibiyim.

Illam meae si partem animae tulit

Maturior vis, quid moror altera,

Nec chanıs aeque, nec superstes

Integer? Ille dies utramque

Duxit ruinam (Horatius)

Mademki zamansız bir ölüm seni, ruhumun yarısı olan seni alıp
götürdü, yeryüzünde varlığımın yarısından, en aziz parçasından
yoksun yaşamakta ne anlam var? O gün ikimiz birden öldük.

Ne yapsam, ne düşünsem onun eksikliğini duyuyorum. O da benim
için elbette aynı şeyi duyardı. Çünkü o, diğer bütün değerlerinde
olduğu gibi dostluk duygusunda da benden kat kat üstündü. (Kitap 1,
bölüm 28)

11 Şubat 2008 Pazartesi

HER ŞEY MEVSİMİNDE

Her şey mevsiminde gerek; iyi şeyler ve onlarla birlikte her şey.
Benim artık dua kitabıyla işim kalmadı. Quintius Flaminiun'un, ordusunun başında savaşa hazırlanırken bir kenara çekilip tanrıya dua ettiğini görmüşler savaşı kazandığı halde, yine de ayıplamışlar bu davranışını.

Imponit finem sapiens et rebus honestis. (Juvenalis)
Bilge, iyi şeylerde bile bir ölçü gözetir.

Eudemonidas, Xenokrates'in pek ihtiyar halinde, okula derse koştuğunu görmüş de: Bu adam hala öğreniyor, ne zaman bilecek? demiş.

Philopoimenes de, Kral Ptolemaios'u, her gün silah kullanıp
vücudunu işletiyor diye övenlere demiş ki: Bu yaşta, kralın silah
talimleri yapması övünülecek bir şey değil; onun yapacağı iş artık
silahları kullanmaktır.

Bilgeler der ki, genç hazırlanmalı, ihtiyar yaşamalı. İnsan doğasında
bilgelerin gördükleri en büyük kusur da arzularımızın durmadan
yenilenmesidir.

Her gün hayata yeniden başlıyoruz. Öğrenmek ve arzu etmek iyi
ama, ihtiyarladığımızı da unutmamak gerek. Bir ayağımız çukurdadır,
hala içimizde yeni istekler, dilekler doğar.

Tu secanda marmora

Locas sub ipsum funus, et sepulchri

Immemor, struis domos. (Horatius)

Ölüm karşına gelmiş,

Sen mezarını düşünecek yerde

Mermer yontturup evler yaptırmaktasın.

Benim en uzun süreli niyetlerim, nihayet bir yıllıktır artık göçmeye
hazırlanıyorum.

Yeni umutlara düşmekten, yeni işlere girişmekten kaçınıyorum;
bıraktığım her yeri son kez selamlıyorum; benim olan her şeyden her
gün biraz daha elimi çekiyorum.

Olim jam nec perit quicquam mihi nec acquiritur.

Plus superest viatici quam viae. (Seneka)

Bir hayli zamandır artık ne bir şey yitiriyor

Ne de bir şey kazanıyorum;

Kendisinden çok.

Görmüyor muyuz?

Vixi, et quem dederat cursum fortuna peregi. (Vergilius)

Yaşadım, talihin bana yürüttüğü yol bitti.

İhtiyarlığımın bana verdiği bütün ferahlık, hayatı bulandıran arzu ve
endişelerden birçoğunu söndürmüş olmasıdır: Dünyanın gidişine,
servete, büyüklüğe, bilime, sağlığa, kendime ait tasam kalmadı. İnsan
da var ki, sonsuz olarak susmayı öğreneceği bir zamanda konuşmayı
öğrenmeye kalkar.

İnsan her zaman öğrenmeye devam edebilir ama öğrenciliğe değil:
Alfabe okuyan bir ihtiyarın durumu gülünçtür.

Diversos diversa juvant, non omnibus annis

Omnia conveniunt. (Gallus)

Zevkler insandan insana değişir,

Her şey her yaşa uygun düşmez.

Öğrenmek gerekirse, durumumuza uygun bir şey öğrenelim;
ihtiyarlıkta öğrenim ne işe yarar diye sordukları zaman biz de:
Hayattan daha iyi, daha rahat ayrılmaya, diye cevap verebilelim. Genç
Kato ölümünü yakın hissettiği bir sırada, eline geçen bir Platon
diyaloğunu, ruhun ölmezliği üstüne olan diyaloğu, bu amaçla
okuyordu. Sanılmasın ki Kato çok daha önceden kendini ölüme
hazırlamıştı; hayır, ondaki kadar metinlik, kendinden eminlik ve
olgunluk Platon'un yazılarında yoktur; bu bakımdan onun bilgisi ve
yürekliliği felsefenin üstünde idi.

Bu diyaloğu okumakla ölüme hazırlanmıyordu; ölüm düşüncesiyle
uykusuna bile aralık vermeyen bir insan gibi, hiç istifini bozmadan her
gün yaptığı işlerden biri olan okumasına rastgele bir kitapla devam
ediyordu.

Pretörlükten düştüğü geceyi oyunla geçirmişti; öleceği geceyi de
okumakla geçirdi; yaşamını yitirmek onun için mevkiini yitirmekten
farklı bir şey değildi. (Kitap 2, bölüm 28)

5 Ocak 2008 Cumartesi

BİLGİ VE DÜŞÜNCE

Öğrenimden kazancımız daha iyi ve daha akıllı olmaktır. Epiharmus
(Pythagoras okulundan bir filozof.) der ki, insan düşünce ile görür ve
duyar; her şeyden yararlanan her şeyi düzene sokan, başa geçip
yöneten düşüncedir; geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır. Şu
kesin ki çocuğa kendiliğinden bir şey yapmak özgürlüğünü
vermemekle onu korkak bir köle durumuna sokuyoruz. Retorika ve
gramer üstüne, Cicero'nun şu veya bu cümlesi üstüne öğrencisinin ne
düşündüğünü kim sormuştur? Bunları Tanrı sözü gibi belleğimize
basmakalıp yapıştırırlar; harfler ve sözcükler, anlatılan şeyin kendisi
haline gelir. Ezber bilmek, bilmek değildir; belleğimize emanet edilen
her şeyi saklamaktır. İnsan, kendiliğinden bildiği her şeyi ustasına
bakmadan, kitaptaki yerini aramadan, istediği gibi kullanır. Tümüyle
kitaptan bir bilgi ne sıkıcı bilgidir! Böyle bir bilgi bir süs olarak
kullanılsın: Ama temel olarak değil. Nitekim Platon, gerçek felsefenin
sağlam irade, inanç ve dürüstlük, amaçları başka olan öteki
bilimlerinse yalnızca süs olduğunu söyler. (Kitap 1, bölüm 26)