27 Haziran 2009 Cumartesi

KENDİ ZENGİNLİĞİMİZ


Biz kendimiz sandığımızdan daha zenginizdir; ama bizi her şeyi
başkalarından almaya, dilenmeye alıştırıyorlar. Kendimizden çok
başkalarından yararlanacak biçimde yetiştiriyorlar bizi. İnsan hiçbir
şeyde gerek duyduğu kadarıyla yetinmiyor. Ne şehvette, ne servette,
ne devlette kollarını kucaklayamayacak kadar açmaktan alabiliyor
kendini; açgözlülüğü ılımlı olamıyor bir türlü. Bilme merakı da aşırı
gidiyor bence insanın: Başaramayacağı kadar, gereğinden fazla iş
alıyor üstüne, bilginin yararını konusu kadar genişleterek.

Ut omnium rerum sic litteram quoque intemparatis laboramus.
(Seneka)

Her şeyde olduğu gibi okuma çabasında da ölçüyü aşıyoruz.

Tacitus, oğlunun aşırı bilim oburluğunu dizginleyen Agricola'run
anasını övmekte haklı öyle bir nimet ki bu, sağlam gözlerle bakılırsa,
insanların bütün nimetlerinde olduğu gibi onda da doğal olarak bir
hayli gereksizlik, güçsüzlük bulunduğu ve pahalıya da mal olduğu
görülür.

Bilim edinmek, et ya da balık satın almaktan çok daha netametli bir
şeydir. Çünkü satm aldığınız nesneyi bir kaba kor eve getirirsiniz; ne
mal olduğunu yakından da görebilir, ne kadarını ne zaman
yiyeceğinizi düşünürsünüz ama bilimler öyle mi ya? Ruhumuzdan
başka bir kaba koyamıyoruz onları. Satın alır almaz yutuyoruz;
çarşıdan zehirlenmiş ya da değişmiş olarak çıkıyoruz. Öyle bilimler
var ki kafamızı besleyecek yerde engel ve yük oluyorlar bize, öyleleri
de var ki iyileştirecek yerde öldürüyorlar bizi. (Kitap 3, bölüm 12)

Halkı bir tek insan, bir tek insanı bütün halk gibi gör. (Kitap 1, bölüm 39)

15 Nisan 2009 Çarşamba

İNSANLAR VE HAYVANLAR


Hayvanlar arasında eni konu bir haberleşme olduğunu açıkça
görüyoruz; yalnız aynı türden olanlar değil ayrı türden olanlar da
birbirleriyle anlaşabiliyorlar.

Et mutae pecudes et denique secla ferarum

Dissimiles fuerunt voces variasque cluere

Cum metus aut dolor est, aut cum jam gaudia gliscunt. (Lucretlus)

Söz bilmez sürüler, vahşi hayvanlar

Türlü bağrışmalarla anlatırlar

Duydukları korkuyu, acıyı ya da zevki.

At köpeğin bir çeşit havlamasından kızgın olduğunu anlar; başka
türlü bir havlamasıysa, hiç ürkütmez onu. Aralarındaki iş
ortaklığından anlıyoruz ki sesi olmayan hayvanların bile başka bir
haberleşme yolları var; hareketleriyle konuşup anlaşıyorlar:

Non alias longue ratione atque ipsa videtur

Protrabere ad gestum pueros infantia linguae. (Lucretius)

Başka türlü değil çocukların da

Sesle anlatamadıklarını hareketle anlatmaları.

Neden anlaşamasınlar? Bizim dilsizlerimiz de işaretlerle pekala
söyleşiyor, tartışıyor, hikayeler anlatıyorlar.

Öyle alışkın, öyle usta olanlarını gördüm ki, her istediklerini eksiksiz
anlatabiliyorlar. Aşıklar yalnız gözleriyle neler söylerler birbirine:
Bozuşur, barışır, yalvarışır, anlaşır, söyleşirler gözleriyle.

E'i silentio ancor suole Haver perigi e porole. (Tasco)

Ve susmada bile

Sözler, yalvarmalar vardır.

Ya ellerle neler söylemeyiz? İsteriz, söz veririz, çağırırız, yol veririz,
korkuturuz, yakarırız, yalvarırız, yadsırız, istemeyiz, sorarız,
beğeniriz, sayarız, itiraz ederiz, pişman oluruz, korkarız, utanırız,
kuşkulanırız, bildiririz, buyururuz, isteriz, yüreklendiririz, yemin
ederiz, küçümseriz, meydan okuruz, kızdırırız, suçlarız, mahkum
ederiz, affederiz, küfrederiz, pohpohlarız, alkışlarız, kutlarız,
utandırırız, alay ederiz, uzlaştırırız, salık veririz, coştururuz, seviniriz,
bayram ederiz, acırız, üzeriz, rahatsız ederiz, şaşırtırız, bağırırız,
susarız, daha neler neler, dille yarışacak kadar. Başımızla buyur
ederiz, kovarız, evet deriz, hayır deriz, yalanlarız, hoş karşılarız,
yüceltiriz, kutsallaştırırız, hor görürüz, isteriz, tersleriz, sevindiririz,
dertlendiririz, okşarız, azarlarız, dizginleriz, kızdırtırız, korku veririz,
güven veririz, soruştururuz. Ya kaşlarımızla? Ya omuzlarımızla?..

Abderia'dan gelen bir elçi Isparta kralı Agis'e söyleyeceklerini uzun
uzun söyledikten sonra sorar: Efendimiz yurttaşlarıma nasıl bir cevap
götürmemi isterler? Seni, tek söz söylemeden, her istediğini, dilediğin
süre söylemekte serbest bıraktığımı söylersin, der kral. İşte size
konuşan ve çok iyi anlaşılan bir susma... (Kitap 2, bölüm 12)

İnsan yalnız sözle insandır ve yalnız sözle bağlanırız birbirimize.
(Kitap 1, bölüm 9)

20 Şubat 2009 Cuma

ÖFKE ÜSTÜNE

Plutarkhos hep hoştur, ama insan halleri üstüne düşüncesini
söylerken eşi yoktur. Lykurgos'la Numa'yı karşılaştırırken çocukların
eğitimini babalarına bırakmanın ne büyük bir saflık olduğunu o kadar
güzel anlatır ki.

Devletlerin çoğu herkesi, kadınlarını ve çocuklarını diledikleri gibi
yönetmekte serbest bırakır, onlar da masallardaki devler gibi akıllarına
esen her deliliği yaparlar. Galiba yalnız Lakedemonyalılar ve Giritliler
çocukların eğitimini yasalara bağlamışlar. Bir devlette her şeyin çocuk
eğitimine bağlı olduğunu kim bilmez? Ama yine de çocukları hiç
düşünmeden, ne kadar deli ve kötü olurlarsa olsunlar, ana babalarının
keyfine bırakırız.

Kaç kez sokaktan geçerken öfkeden kudurmuş bir baba veya ananın
çocukları öldüresiye dövdüklerini görmüş, oğlancıkların öcünü almak
için ana babalarına türlü oyunlar oynamayı kurmuşumdur. Döverken
gözleri öfkeden alev alev yanar, daha yeni sütninenin kucağından
çıkmış bir çocuğa gırtlaklarını yırtasıya bağırırlar, suratları allak
bullak olur Hippokrates'e göre de en tehlikeli hastalıklar insanın
yüzünü değiştiren hastalıklardır.

Dayaktan sakatlanmış, sersem olmuş nice çocuklar vardır. Ama
devletimizin yasaları yine bu işe karışmaz, sanki bu sakatlar, bu
sersemler bizim toplumumuzda yaşamıyormuş gibi!

Hiçbir şey öfke kadar insan düşüncesini sapıtamaz. Öfkesine kapılıp
bir suçluyu idama mahkum eden bir yargıca ölüm cezası vermekte
kimse duraksamaz. Öyleyse neden babaları ve öğretmenleri öfkeli
iken çocukları dövmekte serbest bırakıyoruz? Bu artık eğitim
olmaktan çıkıyor, öc alma oluyor. Ceza çocuklara verilen bir ilaç
sayılmalı, öyle verilmelidir. Bir doktorun hastasına karşı
öfkelenmesini kabul edebilir miyiz?

Öfkeli olduğumuz sürece hizmetçilerimize el kaldırmak doğru
değildir. Kalbimizin fazla çarptığını, kanın yüzümüze çıktığını
hisseder etmez sorunu kapatmalıyız.

Öfkemiz geçtikten sonra her şeyi başka türlü göreceğiz. Kızdığımız
zaman bağıran, konuşan biz değil, hırsımızdır. Nasıl sis içinde her şey
olduğundan daha büyük görünüyorsa hırs içinde de suçlar büyüdükçe
büyür. Canı su içmek isteyen içer: Ama canı ceza vermek isteyen
veremez. Ağır başlı ve ölçülü cezaları suçlu hem daha kolay kabul
eder, hem de onların yararını görür. Öfkesine kapılmış bir adamın
verdiği cezayı kimse hak ettiğine inanmaz.

Öfke kendi kendinden hoşlanan, kendi kendini şişiren bir hırstır.
Hepimizin başına sık sık gelir. Bir şeye yanlış yere kızarız, bize
aldandığımızı ispat eden tanıtlar getirirler bu sefer de doğrunun
kendisine, suçsuzluğuna içerleriz. Bunun çok güzel bir örneğini
eskilerden okumuştum, hiç aklımdan çıkmaz. Her bakımdan değerli,
doğru bir insan olan Piso bir askerine kızmış, çayırdan dönerken
arkadaşının nerede kaldığını bilmiyor diye. Öyleyse sen onu öldürdün
demiş ve adamı birdenbire ölüme mahkum etmiş, tam asılacağı sırada
kaybolan arkadaşı çıkagelmiş. Bütün ordu bayram etmiş, iki arkadaş
sarılıp birbirlerini öpmüşler, cellat da ikisini almış Piso'ya götürmüş.
Herkes onun da bu işe sevineceğini sanıyormuş. Tam tersi olmuş:
Henüz geçmemiş olan öfkesi, kendini utandıran bu gerçek karşısında
büsbütün artmış ve hırsının bir anda aklına getirdiği şeytanlıkla
suçluları üçe çıkarmış, bir kişinin masum çıkması, üç kişinin birden
başını yemiş. Birinci askeri ikincisini kaybettiği için, ikincisini
kaybolduğu için, celladı da verilen emri yerine getirmediği için ölüme
mahkum etmiş.

Öfke saklanmaya da gelmez, büsbütün içimize işler. Demosthenes
bir meyhaneye girmiş, kimse görmesin diye arkalarda bir yer
arıyormuş. Diogenes görmüş ve demiş ki: Ne kadar arkalara gidersen
meyhaneye o kadar girmiş olursun. (Kitap 2, bölüm 22)

5 Ocak 2009 Pazartesi

SAVAŞ ÜSTÜNE

Gelelim savaşa: İnsanların en büyük, en şatafatlı eylemlerinden biri
olan savaşı, bizim hayvanlara üstünlüğümüzü göstermekte mi
kullanacağız, yoksa tam tersine, budalalığımızı, eksikliğimizi mi?
Doğrusu, birbirimizi paralayıp öldürme, kendi türümüzü yıpratıp
yoketme sanatımızın, bu sanattan yoksun olan hayvanları
imrendirecek bir yanı olmasa gerek.
Ne zaman bir aslanı daha güçlü bir aslan öldürdü? Hangi ormanda
Büyük domuzun dişi küçük domuzu paraladı? (Juvenalis)
Ama hayvanların tümü bu marifetten uzak kalmış da denemez: Bal
arıları arasında da azgın çatışmalar olur, iki hasım ordunun başları
bizim krallar gibi davranırlar:
Bir kavgadır kopar iki bey arasında çoğu kez O zaman seyredin arı
milletindeki azgınlığı; O coşkun vızıltılı savaş hengamesini.
(Vergilius)

Bu yaman tasviri her görüşümde insanların saçmalığını, budalalığını
okur gibi olurum onda. Çünkü azgınlığı ve korkunçluğuyla insanı
kendinden geçiren savaş tepinmeleri, o gümbürtü ve çığlık kasırgası.

Kimi yerde bir parıltı sarar gökleri

Ayak patırtıları yükselir her yandan

Dağlara çarpan bağrışmalar

Yankılanır yıldızlara doğru. (Lucretius)

O kaç binlerce silahlı insanın korkunç düzenliliği, bunca azgınlık,
bunca coşkunluk, bunca yiğitlik... Bütün bunların ne boş nedenlerle
parlayıverdiğini ve ne sudan nedenlerle sönüverdiğini düşününce
gülüyor insan:

Paris'in aşkıymış derler Hellenlerle Barbarları savaşa sokan.
(Horatius)

Paris'in zamparalığı yüzünden koca Asya savaşlarla bitti tükendi. Bir
tek adamın tutkusu, bir kırgınlık, bir keyif, bir karı koca kıskançlığı,
ringa balığı satan iki kadının birbirini tırmıklamasına değmez.
Böylesine nedenler bütün o büyük hengamenin canı, ilk hızı
olabiliyor. Savaş çıkaranların kendilerine inanır mısınız? Dinleyin
imparatorların en büyüğünü, en çok zafer kazanmış olanını, en
güçlüsünü; bakın nasıl eğleniyor kendi kendisiyle, çocukça hoşlanarak
nasıl alay ediyor karadan, denizden giriştiği birçok savaşlarla,
ardından giden beşbin insanın kanıyla, canıyla, seferleri uğruna
dünyanın iki büyük parçasında harcanan nice güçler ve zenginliklerle:
Antonius Glaphyra ile yatır diye benim de Fluvia ile yatmam
gerekirmiş, Fluvia ya göre. Yatacak mıyım ben şimdi Fluvia ile,
Manius'la da mı yatacağım gerekiyor diye? Kendine gel! Ya savaş, ya
yatak diyor kadın. Ne demek? Canım mı daha değerli, erkekliğim mi?
Çalsın savaş boruları! (Martialis)

İşte o büyük ordu, yeri göğü titreten o binbir yüzlü, binbir ayaklı
ordu:

Likya denizi üstünde ak dalgalar yuvarlanır gibi Sert Orion kış
sularına gömüldüğü zaman, Ya olgun yaz buğdayları gibi Hermus'un,
Likya'nın sarışın, ovalarında, Ürperiyor çiğnenen toprak,
gümbürdüyor kalkanlar. (Vergilius)

Binlerce kollu, binlerce kafalı bu azgın dev nedir aslında? Hep aynı
zavallı, dertli, cılız insanoğlu! Kızışıp kaynaşan bir karınca
yuvasından başka bir şey mi ki bu?

Kara tabur ilerliyor ovada. (Vergilius)

Ters bir rüzgar, bağrışan bir karga sürüsü, bir atın sürçmesi,
yukarıdan bir kartalın geçivermesi, bir rüya, bir ses, bir görüntü, bir
sabah sisi yeter bu devi yıkıp yere sermeye. Güneşin bir ışını vurmaya
görsün yüzüne, eriyip dağılıverir. Biraz toz serpiverin gözlerine (bizim
şairin arılarına serpildiği gibi) bakın nasıl kopup param parça oluyor
sancak erleri, alaylar, başlarında büyük Pompeius'la birlikte; çünkü
oydu sanırım Sertorius'un bu yaman silahlarla İspanya'da yendiği.
Aynı silahları Eumenes Antigonus'a, Surena Crassus'a karşı
kullanmıştı.

O azgın yürekler, o korkunç cenkler, Biraz toz atın durulur hepsi.
(Vergilius)

Bizim arıları bile salsanız üstüne, güçleri ve yürekleri yeter o devi
bozmaya. Daha geçenlerde Portekizliler, Xiatima'da Tamyl şehrini
kuşatmışlardı. Arısı bol olan bu şehir halkı surların üstüne yüzlerce
kovan getiriyorlar; ateş yakıp arıları dumanla birden öyle salıyorlar ki
dışarı, saldırılarına ve iğnelerine dayanamayan düşman bırakıp gidiyor
kuşatmayı...

İmparatorların ruhlarıyla çarıkçıların ruhları aynı kalıptan çıkmadır.
Kralların gördüğü işlerin önemine, ağırlığına bakıp öyle sanıyoruz ki
bunları yaptıran nedende önemli ve ağırdır aldanıyoruz. Onları
davranışlarında dürtükleyip durduran nedenler bizimkilerden başka
türlü değildir. Bizi bir komşumuzla kapıştıran nedenin aynısı krallar
arasında bir savaş koparır. Bize bir uşağı kırbaçlatan nedenin tıpkısı
bir krala düştü mü bir ili yıktırır ona. Onların istedikleri de bizimkiler
gibi sudan, ama yapabildikleri daha fazla. Bir peynir kurduyla bir fili
aynı iştahlardır dürtükleyen. (Kitap 2, bölüm 12)