5 Ocak 2009 Pazartesi

SAVAŞ ÜSTÜNE

Gelelim savaşa: İnsanların en büyük, en şatafatlı eylemlerinden biri
olan savaşı, bizim hayvanlara üstünlüğümüzü göstermekte mi
kullanacağız, yoksa tam tersine, budalalığımızı, eksikliğimizi mi?
Doğrusu, birbirimizi paralayıp öldürme, kendi türümüzü yıpratıp
yoketme sanatımızın, bu sanattan yoksun olan hayvanları
imrendirecek bir yanı olmasa gerek.
Ne zaman bir aslanı daha güçlü bir aslan öldürdü? Hangi ormanda
Büyük domuzun dişi küçük domuzu paraladı? (Juvenalis)
Ama hayvanların tümü bu marifetten uzak kalmış da denemez: Bal
arıları arasında da azgın çatışmalar olur, iki hasım ordunun başları
bizim krallar gibi davranırlar:
Bir kavgadır kopar iki bey arasında çoğu kez O zaman seyredin arı
milletindeki azgınlığı; O coşkun vızıltılı savaş hengamesini.
(Vergilius)

Bu yaman tasviri her görüşümde insanların saçmalığını, budalalığını
okur gibi olurum onda. Çünkü azgınlığı ve korkunçluğuyla insanı
kendinden geçiren savaş tepinmeleri, o gümbürtü ve çığlık kasırgası.

Kimi yerde bir parıltı sarar gökleri

Ayak patırtıları yükselir her yandan

Dağlara çarpan bağrışmalar

Yankılanır yıldızlara doğru. (Lucretius)

O kaç binlerce silahlı insanın korkunç düzenliliği, bunca azgınlık,
bunca coşkunluk, bunca yiğitlik... Bütün bunların ne boş nedenlerle
parlayıverdiğini ve ne sudan nedenlerle sönüverdiğini düşününce
gülüyor insan:

Paris'in aşkıymış derler Hellenlerle Barbarları savaşa sokan.
(Horatius)

Paris'in zamparalığı yüzünden koca Asya savaşlarla bitti tükendi. Bir
tek adamın tutkusu, bir kırgınlık, bir keyif, bir karı koca kıskançlığı,
ringa balığı satan iki kadının birbirini tırmıklamasına değmez.
Böylesine nedenler bütün o büyük hengamenin canı, ilk hızı
olabiliyor. Savaş çıkaranların kendilerine inanır mısınız? Dinleyin
imparatorların en büyüğünü, en çok zafer kazanmış olanını, en
güçlüsünü; bakın nasıl eğleniyor kendi kendisiyle, çocukça hoşlanarak
nasıl alay ediyor karadan, denizden giriştiği birçok savaşlarla,
ardından giden beşbin insanın kanıyla, canıyla, seferleri uğruna
dünyanın iki büyük parçasında harcanan nice güçler ve zenginliklerle:
Antonius Glaphyra ile yatır diye benim de Fluvia ile yatmam
gerekirmiş, Fluvia ya göre. Yatacak mıyım ben şimdi Fluvia ile,
Manius'la da mı yatacağım gerekiyor diye? Kendine gel! Ya savaş, ya
yatak diyor kadın. Ne demek? Canım mı daha değerli, erkekliğim mi?
Çalsın savaş boruları! (Martialis)

İşte o büyük ordu, yeri göğü titreten o binbir yüzlü, binbir ayaklı
ordu:

Likya denizi üstünde ak dalgalar yuvarlanır gibi Sert Orion kış
sularına gömüldüğü zaman, Ya olgun yaz buğdayları gibi Hermus'un,
Likya'nın sarışın, ovalarında, Ürperiyor çiğnenen toprak,
gümbürdüyor kalkanlar. (Vergilius)

Binlerce kollu, binlerce kafalı bu azgın dev nedir aslında? Hep aynı
zavallı, dertli, cılız insanoğlu! Kızışıp kaynaşan bir karınca
yuvasından başka bir şey mi ki bu?

Kara tabur ilerliyor ovada. (Vergilius)

Ters bir rüzgar, bağrışan bir karga sürüsü, bir atın sürçmesi,
yukarıdan bir kartalın geçivermesi, bir rüya, bir ses, bir görüntü, bir
sabah sisi yeter bu devi yıkıp yere sermeye. Güneşin bir ışını vurmaya
görsün yüzüne, eriyip dağılıverir. Biraz toz serpiverin gözlerine (bizim
şairin arılarına serpildiği gibi) bakın nasıl kopup param parça oluyor
sancak erleri, alaylar, başlarında büyük Pompeius'la birlikte; çünkü
oydu sanırım Sertorius'un bu yaman silahlarla İspanya'da yendiği.
Aynı silahları Eumenes Antigonus'a, Surena Crassus'a karşı
kullanmıştı.

O azgın yürekler, o korkunç cenkler, Biraz toz atın durulur hepsi.
(Vergilius)

Bizim arıları bile salsanız üstüne, güçleri ve yürekleri yeter o devi
bozmaya. Daha geçenlerde Portekizliler, Xiatima'da Tamyl şehrini
kuşatmışlardı. Arısı bol olan bu şehir halkı surların üstüne yüzlerce
kovan getiriyorlar; ateş yakıp arıları dumanla birden öyle salıyorlar ki
dışarı, saldırılarına ve iğnelerine dayanamayan düşman bırakıp gidiyor
kuşatmayı...

İmparatorların ruhlarıyla çarıkçıların ruhları aynı kalıptan çıkmadır.
Kralların gördüğü işlerin önemine, ağırlığına bakıp öyle sanıyoruz ki
bunları yaptıran nedende önemli ve ağırdır aldanıyoruz. Onları
davranışlarında dürtükleyip durduran nedenler bizimkilerden başka
türlü değildir. Bizi bir komşumuzla kapıştıran nedenin aynısı krallar
arasında bir savaş koparır. Bize bir uşağı kırbaçlatan nedenin tıpkısı
bir krala düştü mü bir ili yıktırır ona. Onların istedikleri de bizimkiler
gibi sudan, ama yapabildikleri daha fazla. Bir peynir kurduyla bir fili
aynı iştahlardır dürtükleyen. (Kitap 2, bölüm 12)